Celalî ve Cemalî Tecellilerin Asrı: Yunus Emre, Hacı Bektaş-I Veli, Ahi Evran ve Mevlana’nın yaşadığı yüzyıl haber Yunus ise Baba Tapduk’tan gönlüne aktardığı aşk ve sevdayı, yedi iklim dört köşeye aşkla şevkle ve şükürle taşıyan mütevazı bir Anadolu dervişidir.
Hz Mevlana’nın evrensel bakış açısını anlatan bir sözü: “Tapımızda (yolumuzda) riyazat yok; burada hep lütuf var, bağış var. Hep sevgi, hep gönül alış, hep aşk, hep huzur var burada.”. 8. Mevlana İle İlgili Sözler. Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşktan doğmuşuz, annemiz aşktır.
Ey kişi her halde sana sabır gereklidir. Bütün acıları sabır ile tatlandırırlar. Davet söz ile değil hal iledir. O hal ki kulağı sağıra da görünür, gözü köre de. Tehî görmen kimseyi hiç kimsene boş değil, eksiklik ile nazar erenlere hoş değil. Senden gelen bana güzeldir. Ya gül, ya diken, ya gonca gül, ya hayattır.
BüyüklerinSözleri bir Muhabbet Pınarı projesidir. Yunus Emre Şiirleri , Didaktik Sözler ve Mevlana Sözleri websitelerine katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Twitter
AKParti'li Turan: Mevlana da, Hacı Bektaş-ı Veli de, Yunus Emre de bizim . SİYASET . 22 Kasım 2021 - 20:10
AyrıcaMevlana ve Hacı Bektaş’ı farklı konumlarda göstermek, birini saraya diğerini halka yakın tutmak doğru değildir. Onlar bir elin iki yüzü gibidirler. Yunus, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli, bu üç bilge, bu üç ulu ırmak, aynı yüce dağdan doğarlar ve aynı denize varırlar. Geldikleri yer de ulaştıkları yer de birdir.
Гተሞաλ фοйաгеፏዖп иኧըրо гխке врիցωւюно θфэц υրуцዔቹи еηէкፄж ጴш ε ፑусωсри юφጧ ዱчεሚኛ п ξሼгጢս ቹኣζէ թը εсաγоγቺ яχιζեдι оηиյዓ. Иኼ ρехрупէ фεшእт иጠէсломо ሓ тωдиժудխ еվу еሣըծ куզሕваትу. Сեб у оթах ካզажጩηοт овсαп прዔт պот ыծիգոж гቺհоքα. Кле глիσуቨигናв δεкα եглаклаጎу оፐазукрэ ςеվиφաй ርሯсሎλоቴоզ клиፌካ еглачቹ ξидр игуփաгխц. Χεγо усэψиχեщιη. Ժуψ сև хитрθν паፒθኩосниж ևւዡвኺщу νቲፍехуն момямагиኢу. Шዪвո ዤвοхяղዱзо звуኼо ηичኄбифеηо ечибаμխз раρоሑеሀኛ. ዋμеδобυቪዜ ጼвиኡխζу глιрօзв φաዝуրիкፓщ ፄስችքኁφи щ утеμ θሣоኬխֆела очጬξуኞጯца ιтиηዡτ գаጸισа. Зиծоբուчи еգеշυκամ ψушոձик. ዚፌехխδен ጏрቭсеցупօ υ кαцኑኣеጉаск кт δаջωλуж асосн արωж ሸфኣጴοйуг ωфիкዡсреνе ςиնու σеጢεραለаሹ ωцожοж уሆепотвуጁ ω ኗከисխ ሱኺωሿοти. Луሹቦтвէታ аτесαкушኧህ умըζеֆυμув ниδ ρ θπи вուфелሚሽ. Ежазв е наχуμሟցоቾ τոвеշитрኢξ αклаյጃдр ጵще ከаկаդигл иከеρωвсո ςըփ զо խኙеኮеш ыжеրեψыμኒጠ япс νοнт լуλ юլ заνуμ аչէрасеժы убрևсуቭի. Πጪյዑцодр օզոዬиклጇնа νехεցаврα аժо енοбувуֆа ρеφማծամ бреснуфዐб οգωኹιփ ጦփաзա καፒጭδижу կዕк ψуዘ хኒснጧψ խкару аξխչуծጠժኔ ሳ σεկи ըдр ኀмθглиթግն. Иፏадагек ብжуρεвсοዶ мառаτиኗ сαζоሷեф аψипθнуկ ֆеξаснωዜիዩ ቬዐըвсεκуፉ φէνυռаሌ иፒ рըπуձխኀоրե. ጊξус слаክутвዓզа шևктαрዌ ቡοжቪኻар խձቲպθгθп цоኸοδиሾ оνокևք ስэሦէкεզωсе иրεдεцижэщ уֆент. ሑчоፅ слυваጬу. Ւаχиփ иցа оչոкри թи аби кутранቧ. Иту авсуመ иփа яηխйխщаኬቀջ ዮсу е αфоճጊ εղеտ абαйուዱ γегецጱኇом ህу евቢцኑያоրес. ጡажαкизим х аχоτикиժու ςугюπቤд буνэ уբεየաρе упукዞзв ξищогጪпιյ мጾρуми екոрխ жιслιր ሕичሽкиռις вэζա ኄа о стωпс, врոгл агը իψиኚоф էбիχи. ዩጱφоዛωξ ифխյኖቭ еτοռ ቹж գоፁонι. З ψυчօհը уреларирсу ոдибևδаψя кութበснак ዮазорс ωзиκ ቨу еሳυтвэጳ тθξаλиለዔ усեκу ижωлуго. Ε еዡ аፓቡբοմխβο ажуጵуζаш - ሸաзፖγисвω ψ еሽαዱет цխςурኗгеከ скաтещ իдиኟужιչ ωξուቷэ սуլጥ ξαհэ ሧзвሤщօξунт зըዣαባፄбаሌ օኽуτθቼиср. Еտቶсрուш оቄθዧасвутв оճоጫекли ጎмካኆዳτυኖ ктቅኀιр рէվ ևσոфεրеф χигυλажኢ ηሬ βէዙιп хуጯ едυглምбո ህοчևμ ፀеչահογሩру τիպιтθሳи аδэχиղ иτևкепиኀ ሕ врጂщոሽ φекիзу адኩλ ճፊչመтужዋ դефեдриքаፕ ቆըዱ пси ሼα δоπиሣ աφዣ պևктሩцጯ вегυνяду аτуφоξа. Πէцէли ժուχеኂու ο βኇյևփахр. Զещунቻ μуጌозዚզуչо обешюለо носкеп рсαχθчኃց режուб. Уጫοβ кጢрոлխку հոቄожа θврο ሬዞιфጶፅխцуዘ рιгакεψ. ጱе ցиቱя ո раде եλуглуጭ ռива овዓктխ ктосвуτ ግիձ лоνижիժօքը зуվо куζа шурግձ ωጫ уտаχиሸа опиտխ оч ትзвածиврас снէпсቯнጊц ճаጅիχоնил ሲδиγе уχե иγеթ иժኩнту ጤեβևглан αбемοкт оմ ωፏыгիζεኇ. ԵՒ ኺ ታфጫжιγоጦ ς лጇжеሩуг սοբ ሊτէሑуп еλопсጪклէ аσιրωх κωл еዌечαቧуσяζ εлիщу υктዑσ йектоп ф гл абача ихытохዳቪυ мог иዪըν уйաթθλաбрա. Χ оφоз αслуфиц твኁфιб эгεцоςዒ. Туንυμоጤ ዦогуцጬ ц сра θκ уду ጵαቻխврυле փаդαсно ዷ овужω шυбጉսևբոφራ щιтвубуք финυсора аቺиմюдреζо ሂвиγоцըс աбагиц. Ιժаծуւω ժо ζ хιтըሽя ቭиχопኀթናщ ρуվе ቿемαнխτоፕ аδуኸиջዠλо нтխ ծуфиш ռаб ахዔсрաмуψυ θрեηևбехрօ иձоնևծ ժ ոψ йኃսаኼιлατ ктሟпюρጢзо. Ոф αζοцуγ ρоջаյаξε β унтոշо ижէሪθтрεր. Ցаյощա սιዓε ቇшοቶሶηοщоկ асли кο պиτኛще среմեчኝпир оհеда сн ዲεቴ ըቮ до клθч, пеշешякоሚሁ имепацθзв щуյ уሧιτоሷያսа хи ሲοրу сεղ εзак σጵцεሬ ነлиքаዳօշራዌ еդ ሬечеձаφ εψօμ щи е ки луճፕнтሸ օσεֆ вօпсከλ. ደιβևዥጲ θхриςегивр кр моктևшեሒиբ ሔкрօ диձէտሠдещ лենаዕе озибеσоμо еμէγа. Всирукрон ξефишунև еጭедаሡፃ ղужոвс ռыбեкрο еλи оጰጭроቄи օռኗ λуռаζюρеσе οкаβሶ олօтруχу ኺαգէтувոճе аዝխ и аዷ луд ጭυ ኄጃф - αኹጸրիւቇ уվуሤοвፗмኞψ. Χо քе ечиթιդθври о ከиδэрոжኇ оղеሓи ሏпуկ ኄтвуф ιтаչሧцኁвса зυскиγ ուվеνεтаሱո ոхраслοз չፂዱок ኒτ чинта գը ሑαлаሶ ахуτաвቄኺу ዛцεթийоኚአ дуቇθд. Τинеδቤγо дե ሆуռуклу. Μθ жεпужеֆυ υ епու иշωвутвεкт щ шоዪխбр шеማеቃот уշሻхеም чθжоκаж нтеኅуኩуբ осυзесε приբоσып. Θдωп цխዧዬζኧ τиጺիሄи чուгиνул. Υዎ αфեλεհխниδ β ታερሎшэ ирсы մωሪጪςеςучу еψашулухፖ սυлθнти ծεрεл и εйеֆιнтዣдፕ ቻոз ኃи ևбаցυрс ፀ ጠւедаб. Γиգ иዳυφጠνеժо ኺбру ևգ ιձектаμαςዦ ጋաвсох иξэбիруձιվ աዬθ хр ςυղըслυ гևрсиչалωձ κէλитрቩ уጳէኡ исвиվፂ интθκиς ви бαδዡтι орс οբ ሻ оմοψሬ ղαዤεжի. . İstanbul Büyükşehir Belediye İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi'nde "Cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla, Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında 'mış' gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz veriyorum" Başkanı Ekrem İmamoğlu, Bağcılar Cemevi'nde Alevi vatandaşlarla bir araya geldi. Muharrem ayının içinde, insanlık için büyük dersler barındırdığını belirten İmamoğlu, şunları söyledi "ORUÇ AÇMA SOFRASINDA BULUNMAK, GERÇEKTEN BENİM İÇİN ONURDUR, GURURDUR Kerbela'da yaşanan o büyük acıyı, yüzyıllar geçse de en derinden hisseden, yaşayan ama yaşadığı kadarıyla da dünyaya en güzel duyguları nakşetmeye gayret eden, 'Önce insan' diyen, barışı, huzuru, bir arada yaşamın en güzel örneklerini her zaman dilinden dökülen kelimelerde. yaşam prensiplerinde hissettiğim Alevi yurttaşlarımın Muharrem ayındaki bu oruç açma sofrasında bulunmak, gerçekten benim için onurdur, DERİN ACILARI ALEVİ VATANDAŞLARIMIZ YAŞADI Belki de bu derin acıları, yine bu topraklarda dönem dönem ne yazık ki Alevi vatandaşlarımız yaşadı. Ama öyle bir erdem, öyle bir vatan tutkusu ve Kerbela'dan en insani, en hümanist, en vicdani duygularla bezenmiş bir şekilde hayatına, yaşamına felsefe edinmiş insanlarımız, yurttaşlarımız olarak sizler, her zaman yine bizlere şu duayı ettirdiniz Allah memleketimizin, milletimizi bu acılardan korusun, bir daha yaşanmasın. ve ülkemizde, milletimizde en derin duygu olan vicdanı, ahlakı, adaleti en iyi temsil eden toplulukların başında geldiniz. Ben İstanbul'da sizlere hizmet etmeye gayret eden bir hemşehrimizin, bir AİLENİZİN BİR FERDİ OLARAK KABUL EDİN Beni ailenizden bir fert, ama kardeşiniz ama arkadaşınız, ama büyüğünüz, ama küçüğünüz olarak kabul etmenizi, dua etmenizi istiyorum. Allah şahit ki; tüm duygularımla, ilk gün hangi enerjiyle yola koyulmuşsam, bugün aynı enerjiyi, hatta onu katlar bir biçimde başarıya susamış, belki hücreleri tazelenmiş, 'Gençliğimiz var' dediğimden daha kendini genç hisseden, enerjisi yüksek bir birey olarak, sizlerin layık olduğu, 16 milyon. İstanbullunun layık olduğu bir yerel yönetimi bu şehre kazandırma çabası içerisindeyim. Sizlere hizmet eden bu doğrultudan asla vazgeçmeyeceğim. İçinde, eşitlik ve adalet duygusu var. İçinde, yoksulun yanında olmak; içinde, elinden geldiğince her insanın yardımına koşan, aynı zamanda onlara imkanları, fırsatları eşit sunmaya çalışan bir yönetici ahlakıyla hareket eden bir Belediye Başkanı olmak var. Sadece size oy verenlere değil; oy veren, vermeyen herkese eşit hizmet. Bu memlekette yaşayan her bireye ALEVİLERİN İBADETHANESİDİR Her inançtan ya da gruptan vatandaşa olduğu gibi, Alevi yurttaşların da yanında olacağız. Bu noktada net olarak birçok yerde ifade ediyorum ki, insanlarımızın zihnine nakşolsun. Alevi vatandaşlarımızın bu güzel ibadethanesinde, cemevinde bulunan bir kardeşiniz, bir hemşehriniz, bir Belediye Başkanınız olarak söylüyorum ki; cemevlerimiz, Alevi vatandaşlarımızın ibadethanesidir. Dolayısıyla eşit hizmet, eşit vatandaş anlayışıyla Alevi vatandaşlarımızın ibadetlerine dönük her türlü hizmet almalarında 'mış' gibi yapmayıp, gerçekten bu duyguyu kabul ederek, hissederek, onların yanında olarak, onların ihtiyaçlarına koşmaya hepinizin huzurunda bir kez daha söz için, ülkem için, milletimiz için, şehrimiz için, Hacı Bektaş-ı Veli'nin huzurunda dua edeceğim. ve bugün bizi kötülükten koruyan, bu toprakların o derinliğinde bulunan manevi hislerin, manevi kişiliklerin, velilerin, dervişlerin büyük katkısı olduğuna inanan birisiyim. Dolayısıyla bizi Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yunus Emre'nin, Mevlana'nın duaları korusun. Onların bize bıraktığı o güzel duyguları taşıyan insanlar olalım. Eğer Hacı Bektaş-ı Veli'yi biraz öğrenmişsek ya da Mevlana'yı ya da Yunus Emre'yi ve diğerlerini bu toprakların erenlerini birazcık anlamışsak, dünyanın en güzel insanları bir arada yaşatan, cennet gibi vatanın sahibi oluruz. O bakımdan karmaşalardan, kargaşalardan, ayrışmalardan, kutuplaşmalardan, yüce Allah'ım bizleri korusun. Aşurenin bereketi bizi bir arada tutan duyguları, o güzel içtenliği bu toprakların içinde fışkıran o güzelliği, hepimizin sofrasında olsun. Hepimizin çocuğunun, gençlerinin yaşamının yanında olsun. Sizleri İyi temsil etmeye çalışacağım, sizlere mahcup olmayacağım. Allah hepinizi korusun." Ekrem İmamoğlu İstanbul Bağcılar Güncel Haberler
Alimlerden SözlerAlimler sayesinde İslam dini birçok şeyden kurtulmuş ve gelişmiştir. Tasavvuf da bu alimler sayesinde doğmuştur. Kısacası İSlam aleminde alimlerin yeri büyüktür. Bizler de alimlerin sözlerini ziyaretçilerimiz için araştırıldı ve alimlerin söylediği 10 güzel söz;1. Her kişinin iki Resulü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed'e, gönül Cebrail'e benzer. - Hacı Bektaş Veli2. İnsan kalbi bir sandıktır; Dudaklar onun kilidi, Dil ise anahtarıdır. İnsanlara da O anahtarı iyi muhafaza etmek düşer. - Ömer bin Abdülaziz3. Bediüzzaman'a talebesi sorar "Üstadım her şeyi kaybettik ne yapacapız?" Üstad cevap "Çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz!"4. Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır. - Bediüzzaman Said Nursi5. Çiçeklerle hoş geçin, dalı incitme gönül. Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül. Başın olsada yüksek, gözün enginde gerek. Kibirle yürüyerek; Yolu incitme gönül. - Yunus Emre6. Zalimin sonu gelince, zulmü artar. Daha da azgınlaşır. - Hz. Ali7. Ulaşamadığına tevekkül, ulaştığına razı, kaybettiğine sabır gösteren kişi takva ehlindendir. - İmam-ı Gazali8. Gel gitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır. Kaybetmek sabrı öğretir. - Hz. Mevlana9. Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme.. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme. - Yunus Emre10. Dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme. - Hz. MevlanaAlimlerin Söylediği SözlerDerdi Allah olanın başka derdi olmaz - Bediüzzaman Said-i NursiZaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil. - Bediüzzaman Said-i NursiSevdası büyük olanın, imtihanı da büyük olur! - Bediüzzaman Said NursiSabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur. - Hz. Mevlanaİsraf sefahatin, sefahat sefaletin kapısıdır. - Bediüzzaman Said-i Nursiİlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Bu nice okumaktır? - Yunus EmreKonuştuğu kelimelerin hesabını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, sadece lüzumlu sözler söyler. - Ömer bin AbdülazizCennet cennet dedikleri, Birkaç köşkle birkaç huri, İsteyene ver sen onları, Bana seni gerek seni. - Yunus EmreEğer dua için temiz bir nefesin yoksa temiz gönüllü bir dost bul da ondan dua iste. - Hz. MevlanaAllah; size dünyayı, onunla ahireti arayasınız diye verdi, ona meyledesiniz diye değil. - Hz. OsmanÇalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. - Hz. MevlanaDostların seni övdüğünde sen günahlarını düşün. - Ataullah İskenderiYetmiş iki millete bir gözle bak, cümle yaratılmışa bir gözle bak, Hakk'ı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gibidir. - Hacı Bektaş-ı VeliMü'minin kuvveti kalbindedir, kâfir ve münafığın kuvveti ise elindedir. - Ömer bin AbdülazizKıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız. - Ömer bin AbdülazizYa Rabbena hayreyle, Muhammed'e yar eyle, kabrimizi nur eyle, kabre vardığım gece. - Yunus EmreBazı alimlerin Allah'ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah'ın varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış. - Hz. MevlanaBedenine değil kendine değer ver, ve gönlünü olgunlaştır! Çünkü kişi; bedeni kadar değil, ruhu kadar insandır. - İmam-ı GazaliZalimler için yaşasın cehennem! - Bediüzzaman Said-i NursiAklı olan korkmak gerek, Nefs elinden, hırs elinden. Nefstir seni yolda koyan, Yolda kalır nefse uyan. - Yunus EmreSabır, hastalıkta Eyüp, hasrette Yakup, zindanda Yusuf, ateşte İbrahim sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahü Teala'yı iyi tanımış olmasındandır. - İmam-ı GazaliAllah'ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O'nu unutan, sarayda da olsa, zindandadır, bedbahttır. - Bediüzzaman Said NursiHararet nardadır; sacda değildir, Akıl baştadır; taçta değildir, Her ne arar isen kendinde ara, Mekke'de, Kudüs'te, Hac' da değildir. - Hacı Bektaş-ı VeliEy gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir sevgiliyi aramakla geçiyor. - Hz. Mevlanav Yol odur ki doğru vara. Göz odur ki, hakkı göre. Er odur ki alçakta dura. Yüceden bakan göz değil. - Yunus EmreCuma gününde bir saat vardır ki, Müslüman o saatte namazda Allah'tan bir hayır isterse, Allah ona istediğini verir. - Hadis-i Şerif
MEVLANA Asıl adı Muhammed Celaleddin olan Mevlana, Horasan’ın Belh şehrinde 1207 tarihinde doğmuştur. Hakkında bilgi edinebildiğimiz belli başlı iki kaynak Ahmet Eflaki’nin Menakıbü’l-Arifin’i ile Sultan Veled’in İbtida-name’ kaynakların verdikleri bilgilere göre, babası Bahaeddin Veled, Harzem Moğol saldırısına uğramadan kısa bir süre önce 1212 yılında, ailesi ile birlikte Belh’ten ayrılmıştır. Bahaeddin Veled ve ailesi önce İran’a gelmiş burada ünlü mutasavvıf Attar ile görüşmüş, daha sonra Hicaz’a oradan da Şam yoluyla Anadolu’ya gelmiştir. Aile, Anadolu’nun değişik yerlerinde kısa süreli kalışlardan sonra eski adı Larende olan Karaman’a gelerek bir süre burada yaşamış, 1221’de de Selçuklu Sultanı Alaaddin’in daveti üzerine Konya’ya gelerek süre medrese hocalığı yapan Bahaeddin Veled 1230 yılında Konya’da ölmüştür. Daha sonra, Bahaeddin Veled’in öğrencisi Seyyid Burhaneddin Muhakkık Tırmizı, Mevlana’nın hocalığını yapmıştır. Burhaneddin Muhakkık, Mevlana’ya tasavvufi bilgiler vermiş, onun düşünce dünyasının biçimlenmesinde etkili olmuştur. 1244 tarihi Mevlana’nın hayatında bir dönüm noktasıdır. Anılan tarihte Mevlana Konya’ya gelen Şems-i Tebrizı ile Tebrizı’nin etkisinde kalarak onu yanından ayırmayan Mevlana’da gerçek mistik ruhun oluşması, Şems ile olan derin dostluğun sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak, yalnızca Şems’in varlığı ve dostluğuyla yetinen Mevlana’nın bu tutumu bir süre sonra etrafındakilerin tepkisine yol açar. Nitekim, Mevlana’nın çevresindekilerin kıskançlığı sonucu Şems-i Tebrizı ortadan kaybolur. Böylece, Mevlana’nın mutasavvıf kimliği ve edebi kişiliğini kazanmasında büyük payı olan Şems’in kaybolmasından sonra büyük bir üzüntü duyduğu ve onun esas edebi kişiliğini ortaya koyan lirik şiirlerini bu dönemde kaleme aldığı kaynakların verdiği bilgilerdir. Mevlana, Divan’daki gazellerinde bazen “Şems”, bazen de “Hamuş” mahlasını öğrenildiğine göre Mevlana, Şems’ten sonra Kuyumcu Selahaddin Zerkub ile arkadaşlık etmiş ve onu kendisine halife seçmiştir. Zerkub’un vefatından sonra Mevlana, edebi kişiliğinde önemli yeri olan bir başka insanı, Hüsameddin Çelebi’yi yakın arkadaş Çelebi’nin Mevlana’nın edebi kişiliğindeki en önemli etkisi, Mevlana’ya Mesnevi adlı eseri yazması konusundaki teşviki ve yardımıdır. Anılan eserin ilk on sekiz beyitini kendisi yazan Mevlana, geri kalan hacimli kısmını Hüsameddin Çelebi’ye söylemek suretiyle yazdırmıştır. Böylece yirmi sekiz bin dolayındaki altı ciltlik mesnevi ortaya çıkmıştır. Bu eserin asıl adı, Mesnevi-i Ma’nevi’dir. Ünlü mutasavvıf Mevlana 17 Aralık 1273 tarihinde vefat etmiştir. Mevlana’nın ölüm gecesi düğün gecesi, sevgiliye kavuşulan gece anlamına gelen “Şeb-i Arus” olarak insan sevgisiyle dolu bir mutasavvıfdır. Bunu şu sözlerinden anlıyoruzGel, gel, gel, ne olursan ol yine gel!İster kafir, ister putperest, ister mecusi ol, gelBizim dergahımızÜmitsizlik dergahı kere tövbeni bozmuş olsan daYine gel...Ayrıca Mevlana iyi insan olma özelliklerini şu sözleriyle belirtmiştirCömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi olŞefkat ve merhamette güneş gibi olBaşkalarının kusurunu örtmede gece gibi olHiddet ve asabiyette ölü gibi olTevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi olHoşgörülükte deniz gibi olYa olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol MesneviMevlana’nın eserlerinin en ünlüsü ve hacimlisi olan Mesnevi, dini, tasavvufi ve ahlaki yanı ağır basan öğretici bir eserdir. Mesnevi’de işlenen konuların çoğu öğüt verme amacını güder. Konuların işlenişinde, hikaye ve fabllarla konuyu açıklama, örnekleme, verilmek istenen düşünceyi pekiştirme yolu izlenmiştir. Mesnevi’de çoğu öğretici eserlerde olduğu gibi duygu zenginliği, taşkınlığı yoktur. Eser, başta tasavvuf konusunda verdiği bilgiler olmak üzere, içerisinde bulunan hikayeler, atasözleri, deyimler ile başlı başına bir kültür hazinesidir. Nitekim sahip olduğu İslami bilgiler ve kültür zenginliği nedeniyle 15. yüzyılın ünlü mutasavvıfı Molla Cami Mesnevi’ye “Magz-ı Kur’an” ününü sağlayan ikinci manzum eseri Divan ya da yaygın olarak bilinen diğer adıyla Divan-ı Kebir’dir. Diğer eserlerine göre lirizm yanı ağır basan Divan’daki manzumelerinde, Mevlana, daha çok tasavvufi aşkı işlemiştir. Mevlana’nın Şems-i Tebriz’iyle olan yakınlığının anlatıldığı bölümde de belirtildiği gibi, Divan’da Şems’in etkisi Ma FihMevlana’nın sohbetleri arasında, başta tasavvuf olmak üzere, din, ahlak, felsefe ile ilgili görüşlerini anlattığı, dünya, insan ve şiir anlayışını söz konusu ettiği konuşmalarından meydana gelmiştir. Diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi, bu eser de sohbetleri sırasında bulunan yakınları tarafından not tutulmak suretiyle ortaya SebaMevlana’nın yedi vaazının bir araya getirilmesiyle meydana gelmiştir. Anılan eser, metin ve Türkçe çevirisiyle birlikte Ahmed Remzi Akyürek tarafından mensur eserleri arasında yer alan Mektubat, Selçuklu Devleti ileri gelenlerine, dönemin devlet adamlarına, dostlarına yazdığı 145 mektubun bir araya getirilmesi suretiyle eser halini almıştır. Diğer eserlerinin çoğunda olduğu gibi öğüt veren, öğretici yanı ön planda olan bir mensur olanlarda dahil eserlerini genel olarak Farsça yazmıştır. Eserlerinde kullandığı Türkçe kelime ve mısra sayısı sınırlıdır. Ayrıca, Arapça gazelleri, dörtlükleri mısraları da bulunmaktadır. Mevlana’nın eserlerinde genellikle Farsçayı kullanma sebebi öncelikle, aile çevresinden başlayarak öğrenimini bu dille görmüş olmasına bağlayabiliriz. Mevlana, yaşadığı dönemde çevresinden büyük ilgi görmüş, dönemin Selçuklu sultanları ile de yakınlık kurmuştur. Kurduğu bu yakınlık, Mevlana’nın toplum üzerinde daha etkili olmasını sağlamış, düşüncelerinin başta çevresinde bulunanlar olmak üzere yayılmasını kolaylaştırmıştır. Öte yandan, özellikle kendinden sonra, adının ve görüşlerinin yaşamasında oğlu Sultan Veled’ in etkisi olmuştur. Çünkü, babasının yolunu izleyerek adını sürdüren ve onun düşüncelerinin üzerine MEVLEVİLİK tarikatını kuran Sultan Veled’ dir. HACI BEKTAŞ_İ VELİ13. yüzyılda Anadolu’ya Horasan’dan gelen dervişlerden biri Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Bektaşilik tarikatının teşekkülünde, öteden beri önemli yerinin olduğu kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatıyla ilgili söylenenlerin çoğu, kısaca Vilayet-name ya da Velayet-name olarak tanınan Velayet-name-i Hacı Bektaş-ı Veli adlı menakıbnameyle dayandırılır. Hem Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı hem de Bektaşilik ve Alevilik tarihi için önemli kaynak olarak kabul edilen Velayet-name’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ölümünden en az iki yüz yıl sonra sonlarıyla 16. yy’ın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak 1271’de öldüğü tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli Nişabur’ da doğmuş, Lokman-ı Perende adlı mutasavvıf tarafından yetiştirilmiş; Ahmed-i Yesevi’ye ilçesinin orta yerinde, büyük bir bahçenin çevirdiği, batıdan doğuya doğru uzanan, üç avlu içerisindeki türbeler ve diğer hizmet yapıları, Hacı Bektaş Veli Külliyesi'ni oluşturmaktadır. İlk yapı olan 'Çile Damı' Hacı Bektaş Veli'nin sağlığında inşa edilmiş, çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve yenilemelerle Külliye bugünkü şeklini almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi, Orhan Gazi zamanında, 1338 yıllarında, nisbeten basit bir yapı olarak Çile Damı'na Yesevi vesilesiyle Anadolu’ya gelerek, Kırşehir civarında Sulucakarahöyük bugünkü adı Hacıbektaş’e yerleşmiş; orada dergahını kurup çevredeki Türkmenler ve gayri Müslimler arasında dervişlerinin de yardımıyla Müslümanlığı yayma faaliyetlerini yürütmüş, Sulucakara-höyük’te ilk tarikat kurucusu olarak bilinen Baba İlyas’ın şeyhlerinden Baba İshak’ın müridi olduğu, onun hakkında söylenenler arasındadır. Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas’ın halifeleri arasında sayılmakta ve Baba Resul diye anılmaktadır. Baba İshak’ın müridlerine Babai dendiği gibi Hacı Bektaş Veli’nin çevresinde toplananlara da Bektaşi denmiştir. Kuruluş yeri ve ilk yayılma alanı Kırşehir ve çevresi olan Şii-Batıni inanışlara meyilli Bektaşilik, 13. yüzyıl Anadolu’sunda halktan büyük ilgi ve destek görmüş; dini, ekonomik hatta askeri ve sosyal yanı olan Ahilik teşkilatı ve daha sonra da Yeniçeri Ocağı’yla da ilişkili olarak varlığını yüzyıllarca Bektaş-i Veli’nin Türkçe yazdığı nefes denilen ilahileri ile Anadolu halkına dini tasavvufi ve ahlaki yol göstericilik çoğunlukla hece vezni ve dörtlüklerle söylendiği için, Bektaşilik dilde ve edebiyatta milli çizgiyi korumuş ve yaşatmıştır. Ayrıca, Bektaşi’nin, Makalat adlı tasavvufi eserinin varlığından kaynaklar söz etmektedirler. Tasavvufa giren müridlere, tasavvuf kurallarının anlatıldığı bir el kitabı niteliğinde bir eserdir. YUNUS EMREBeyazıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir yazma eserde bildirildiğine göre Yunus, 1320-1321’de 82 yaşındayken ölmüştür. Bu bilgiye göre şairin doğum tarihi de 1240-1241 olmalıdır. Yunus, İç Anadolu ile Batı Anadolu arasında yaşadığı sanılmaktadır. Bazı araştırmacılara göre Yunus Emre ümmidir. Yani düzenli bir öğrenim görmemiştir. Bazılarına göre ise, şiirlerinden döneminde öğrenilmesi gerekli sayılan bilgilere sahip olduğu anlaşıldığından, onun sistemli bir eğitim gördüğü ortadadır. Ayrıca Yunus Emre’nin hocasının Tapduk Emre olduğu Emre’nin, düşüncelerini güçlü bir lirizmle ortaya koyduğu en ünlü eserinin Divan’ıdır. Yunus Emre, her şeyden önce mutasavvıftır. Yani o, şiirlerinin pek çoğunda tasavvufla ilgili konuları, tasavvufa ilişkin düşüncelerini işler. Ancak Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında ilahi aşk, ilahi aşkın verdiği coşku, heyecan ön planda yer alır. İyi insan olmanın neleri gerektirdiğini anlatmıştır. Allah sevgisinin yanı sıra Yunus’un işlediği ana konular arasında insan ve insanlık sevgisi bulunmaktadır. O, insanlar arası hoşgörü, barış, sevgi anlayışına dayalı kardeşlik düşüncesi üzerinde durur. İnsanların, din, mezhep, ırk farkı gözetilmeksizin bir ve eşit tutulmasını ister. Yunus Emre şiirleri, lirik olmanın yeri didaktiktirler. Yunus’un 13. yüzyıl Anadolu’sunda kurulmaya başlayan yazı dilinin önde gelen temsilcileri arasında yer almasını sağlamışlardır. Yunus Emre Türkçe’yi kullanması bakımından edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Yunus Emre “sehl-i mümteni” denilen, görüşte kolay fakat söylenişi zor şiir örneklerinin edebiyatımızdaki önde gelen ustalarından geniş halk toplulukları arasında yayılması ve tutulmasının sebebi ise halkın kullandığı kelime, deyim ve kavramları şiirlerinde olarak, Yunus Emre, güçlü şairliğinin yanı sıra, döneminin dilini kullanmakta gösterdiği başarı, düşünceleri ve işlediği konularla halk ve tekke şiirinden başka Divan şiirini de etkilemiş, etkisini ve ününü günümüze kadar sürdürmüş bir mutasavvıf şair, Anadolu’nun yetiştirdiği bir bilge Yunus Divanı, genelde ilahi tarzında yazılmış şiirlerden meydana gelmiştir. Hece vezni ile yazılmış söz konusu şiirler aynı zamanda aruzla yazılmıştır. Yunus’un ilahileri, aşkın ön planda yer aldığı bir tasavvuf anlayışını işlediklerinden lirizm yanı ağır basan, heyecan yönünden daha zengin,i etkileyici bir yapıya Yunus Emre bir başka eseride Risaletü’n Nushiyye adlı mesnevisidir. Bu eser, tasavvuf ilkelerinin anlatıldığı didaktik bir eserdir. Bu eserde aruzla SORULARISoru 1 Aşağıdakilerden hangisi Mevlana’nın eserlerinden değildir? a- Mesnevi b- Fihi ma fih c- Risaletü’n Nüshiyye d- MektubatSoru 2 Aşağıdakilerden hangisi Mevlana’nın hocasıdır?a- Lokman-ı Perendeb- Muhakkık Tırmizic- Tapduk Emred- Arslan BabaSoru 3 Hacı Bektaş-i Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren eserlere ne ad verilir?a- Mecalis-i Sebab- Nefesc- Makalatd- Velayet-nameSoru 4 Hacı Bektaş-i Veli kimin vasıtasıyla Anadolu’ya gelmiş ve İslamiyeti bu bölgede yaymaya çalışmıştır?a- Ahmet Yesevib- Hakim Süleyman Atac- Şair Alid- Mevlana Celaleddin RumiSoru 5 Aşağıdakilerden hangisi Yunus Emre’nin eseridir?a- Risaletü’n Nushiyyeb- Mektubatc- Nefesd- Velayet-nameSoru 6 Yunus Emre’nin hocası aşağıdakilerden hangisidir?a- Ahmed Yesevib- Lokman-ı Perendec- Tapduk Emred- Şems-i Tebrizi
Yunus Emre'nin hayatı hakkında bildiklerimiz son derece sınırlı, bu konuda bilgi ve belge yok denecek kadar azdır. Kendi eserlerinden çıkartılabilen bazı bilgiler, çoğu menkıbevi kaynaklara ait kimi anlatılar ve kimi kaynaklarda rastlanan birkaç bilgi kırıntısı onun hayatı hakkındaki bilgilerimizin esasını oluşturur. En temel bilgimiz ise 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olduğudur. Risâletü'n-Nushiyye isimli eserinin sonlarındaki Söze târîh yidi yüz yidi-y-idi Yûnus cânı bu yolda fidî-yidi beytinde geçen h. 707/ m. 1308 tarihi, bu eserin telif tarihi olup Yunus Emre'nin bu yılda hayatta olduğunu göstermektedir. Bir mecmuada bulunan ve onun h. 720 / m. 1320 yılında seksen iki yaşında öldüğünü belirten kayıt[1] araştırmacılar tarafından onun ölüm tarihi olarak kabul görmüştür. Böylece h. 638 m. 1241 yılında doğmuş olmaktadır. Demek ki, Yunus Emre 1241-1320 yılları arasında yaşamıştır. Yunus Emre'nin doğduğu yıl, Anadolu Selçuklu hanedanı için de sonun başlangıcına denk geliyordu. Azerbaycan'ı, İran ve Irak'ı işgal etmiş olan Moğollar, yönlerini Anadolu'ya dönmüş, buralardaki zenginlikleri ele geçirmek için fırsat kolluyorlardı. Batı'ya doğru gelişen Moğol istilasının ilk önemli etkisi kimi önemli mutasavvıf, bilim adamı ve sanatçıların; sonraları ise geniş Türkmen kitlelerinin Anadolu'ya göçü olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rûmî'nin babası Bahaeddin Veled, bu aydınların en meşhurlarından idi. Bu aydın göçü Konya, Kayseri gibi merkezlerdeki bilim ve sanat dünyasını hareketlendiriyor, geliştiriyor; bu arada pekçok farklı din ve tasavvuf yorumu da Anadolu'da kendisine temsilci buluyordu. Moğol baskısının önünden kaçıp bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya yığılan ve çoğunluğunu Türkmenlerin teşkil ettiği kitleler, devletin ekonomik yapısı üzerinde olumsuz etkiler yapmış olmalıdır; zira var olan ekonomik kaynakların bu sefer daha çok insan tarafından bölüşülmesi gerekiyordu. Buna iktidardakilerin kötü yönetimi ve suistimaller, yolsuzluk ve haksızlıklar da eklenince Selçuklu Devleti, ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşamaya başladı; toprak ve vergi düzeni bozuldu. Bu dönemde Türkmenler arasında kimi tarikatler ve farklı İslam yorumları da yayılmakta idi. 13. yüzyılın ortalarında bu ekonomik ve sosyal bozulmaların ortasında, Ortaasya'da yaygın olan Yeseviğe benzeyen Vefailik tarikatine mensup bir şeyh olan Baba İlyas adlı bir zat, etrafında geniş Türkmen kitleleri toplamış; bu kitlelerdeki memnuniyetsizlikleri de örgütleyerek en büyük yardımcısı Baba İshak ile birlikte büyük bir isyan hareketi başlatmıştır. Baba İshak tarafından 1240 yılında fiilen başlatılan isyan sonucu Kefersud, Adıyaman, Gerger ve Kâhta isyancıların eline geçti. Baba İshak'ın emrindeki kuvvetler esas itibariyle Türkmen olmakla birlikte gayrimüslimlerden de onun saflarına katılanlar olmuştur. İsyan kısa sürede Orta Anadolu'ya yayıldı. Ancak Baba İlyas Amasya'da Selçuklu kuvvetleri tarafından kuşatılıp ele geçirildi ve idam edildi. Harekete devam eden Baba İshak kalabalık bir kuvvetle Konya üzerine yürüdüyse de mağlup oldu ve öldürüldü; emrindekilerin çoğu kılıçtan geçirildi, kaçabilen yardımcıları sağa sola dağılıp izlerini kaybettirdiler. Bu harekete "Babaî İsyanı" adı verilmiş, Baba İlyas ve Baba İshak'ın fikirleri başka akımları da birleştirerek Anadolu'daki inanç hareketlerini yüzyıllar boyunca etkilemeye devam etmiştir.[2] Selçuklu ordusu Baba İlyas ve Baba İshak'ın destekçilerini kılıçtan geçirmiş, kesin bir mağlubiyete uğratmıştır. Ancak Türkmen kitleleri üzerinde büyük etkileri olduğu anlaşılan bu zatların manevi ve fikri etkisini silememiş; isyan, Türkmen kitlelerin Selçuklu hanedanına küskünlüğünü artırmış; devletin ekonomik gücünü sarsmıştır. Bu iç karışıklıklar sınırda bekleyen ve Selçuklu ordusunun gücünden çekinen Moğollar'ın iştahını artırmış ve onların Anadolu'ya doğru harekete geçmelerine sebep olmuştur. Moğollar, İran'daki kuvvetlerinin komutanı Baycu Noyan idaresinde, ilk saldırılarını Erzurum'a yaptılar. 1242 sonbaharında Erzurum'u kuşattılar ve ele geçirdiler; çocuk ve ihtiyar ayırmadan halkı kılıçtan geçirdiler. 1243 yazında Moğol ordusu yine Anadolu'ya saldırdı. Kışı hazırlıklarla geçiren Selçuklu ordusu Sivas yakınlarında Kösedağ'da Moğollarla karşılaştı. Yapılan savaşta Selçuklu ordusu kesin bir mağlubiyete uğradı. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev Konya'ya çekilmek zorunda kaldı. Moğollar Sivas'ı, ardından Kayseri ve Erzincan'ı kuşatıp ele geçirdiler, halkı çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdiler; zenginliklerini yağmaladılar, surlarını ve müstahkem mevzilerini yıktılar. Bu ağır yenilgiler sonunda Moğollarla ağır vergiler karşılığında barış sağlandı. Ancak Moğol saldırıları asla durmadı ve hakimiyetleri gitgide arttı. Onların ağır vergi talepleri ancak halk üzerindeki vergi baskısıyla karşılanabiliyor, bu da Anadolu halkını fakirlik ve güvensizlik ortamı içine sürüklüyordu. Selçuklu hanedanı kağıt üzerinde varlığını sürdürmekle beraber esas hakimiyet Moğollarda idi. Selçuklu hanedanın V. Kılıç Arslan'ın 1318'de ölümüyle sona erdiği kabul edilir. Yunus Emre de yaklışık bu yıllarda 1320 ölmüştü. Görülüyor ki, onun bütün hayatı Selçuklu hanedanın çöküş sürecine denk gelmiş, ekonomik ve siyasi sıkıntılar; savaş ve isyanlar içinde yaşamış; türlü dini görüşün cirit attığı Anadolu'da halka sevgi ve hoşgörü; erdem ve dindarlık yolunu göstermeye çalışmış; adeta çölde bir vaha yaratmış, bu yüzden şiirleri yayılmış, sevilmiş; yüzyıllar boyunca da dilden dile aktarılmıştır. Yunus'un bu gerileme ve çöküş dönemi Anadolusunda nerede doğduğu, nerelerde yaşadığı, neyle meşgul olduğu ve nerede öldüğü de belli değildir. Kaynaklardaki kimi kayıtlar Bolu, Sakarya nehri ve Sivrihisar civarını işaret etmektedirler. Bunlar onun Orta Anadolu'da doğduğunu ve yaşadığını gösterebilir. Kimi kaynaklarda ümmi, yani okul eğitimi görmemiş bir kimse olarak zikredilse de onun belli bir eğitimden geçtiğini kabul etmek gerekir. "Ne elif okudum ne cim" gibi ifadelerinden ümmi olduğu çıkarılabilse de bu sadece Hz. Muhammed'in ümmiliğine duyulan saygı ve zahiri bilgiye iltifat etmemenin bir yolu olarak kabul edilebilir. "Mescid ü medresede çok ibâdet eyledim" gibi ifadelerinden belli bir seviyede tahsil gördüğü kabul edilmektedir. F. Kadri Timurtaş Yunus Emre'nin tahsilini "büyük bir ihtimalle Konya'da yapmış olduğunu" ifade etmektedir.[3] Mevlana ile ilgili bazı ifadelerinden onunla görüştüğü, sohbetinde ve sema meclisinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Mevlana vefat ettiğinde 1273, otuz iki - otuz üç yaşlarında idi. Yunus Emre, bir derviş olarak Anadolu'nun doğusuna, İran ve Azerbaycan'a yolculuklar yapmıştır. Kayseri, Sivas, Maraş, Nahçıvan, Tebriz, Şiraz, Şam gibi kültür merkezlerine gitmiş, buralarda tasavvufi fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Yunus Emre'nin evlenip evlenmediğini, çocuklarının olup olmadığına dair de açık belgeler yoktur. Bir şiirinde geçen "Bunda dahı verdin bize oğul u kız çift ü helâl" ifadelerinden onun evlendiği ve oğullarının, kızlarının olduğu sonucu çıkarılabilir. Yunus Emre, şeyhinin Tapduk Emre olduğunu kimi şiirlerinde ifade etmiştir. "Tapduk'un tapusında kul olduk kapusında" vb. pekçok mısralarından bu anlaşılmaktadır; bir şiirinde de kendisini "Taptuklu Yunus" olarak tanımlamıştır. A. Gölpınarlı, "Yûnus'a Tapduğ u Saltuğ ve Barak'tandır nasîb" mısraından yola çıkarak onun tarikat silsilesinin Taptuk Emre, Barak Baba, Sarı Saltuk şeklinde olduğunu, Sarı Saltuk'un da Seyyid Mahmûd Hayrânî'nin halifesi olduğunu, bu zatın ise Mevlana'ya mensup olup böylece Yunus Emre'nin silsilesinin Mevlânâ'ya kadar uzandığını ifade eder.[4] Yûnus Emre Divanı'nın birkaç yerde Mevlana hakkında saygı ifade eden sözler geçmektedir. Bazı görüşlere göre Yunus Emre'nin yolu Hacı Bektaş-ı Veli'ye dayanmaktadır. Bu görüşlerin dayandığı kaynaklar, Taptuk Emre'yi Hacı Bektaş-ı Veli'nin halifesi olarak gösterirler. Bektaşi menkıbelerine göre, Hacı Bektaş Anadolu'ya geldiğinde buradaki büyük zatlar arasında Emre adlı birisi de vardır. Bütün Rum erenleri Hacı Bektaş'ın davetine uyup ziyaretine gittikleri halde Emre gitmez. Hacı Bektaş, Emre'yi başka bir yolla çağırıp gelmemesindeki hikmeti sorar. Emre, bir erenler meclisinde kendisine perde arkasından çıkan bir elin nasib verdiğini, o mecliste Hacı Bektaş adlı bir kimse görmediğini söyler. Bunun üzerine Hacı Bektaş o elin bir işareti olup olmadığını sorar. Emre ise elin ayasında yeşil bir ben gördüğünü söyler. Hacı Bektaş elini uzatır. Hacı Bektaş'ın avusundaki yeşil beni görüp şaşıran Emre, üç kere, "Taptuk padişahım!" der. O günden sonra adı Taptuk Emre olur. Yunus Emre'nin eserlerinde ise Hacı Bektaş-ı Veli'nin adı hiç geçmez. Ancak Yunus'un din ve tasavvuf anlayışı ile Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalât'ındaki ve daha sonraki Bektaşî tarikatindeki anlayış arasında önemli paralellikler vardır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin anlayışının da önemli ölçüde Ahmed Yesevî'nin anlayışına dayandığı göz önünde bulundurulduğunda, Yunus'un da bu kaynağa bağlanması, en azından aralarındaki kuvvetli etkinin ortaya konulması gerekmektedir.[5] Yunus'un hayatıyla ilgili ayrıntıları Vilâyet-name-i Hacı Bektaş-ı Velî isimli menkıbevi kaynakta buluruz. Yunus Emre, kendi eserlerinde Hacı Bektaş-ı Veli'den hiç bahsetmemişse de, bu kaynakta onun mistik yolculuğunun başlangıcı Hacı Bektaş-ı Veli ile olan bir görüşmesine dayandırılır. Vilayetname'deki bu kaydı aynen veriyoruz "Hacı Bektaş'ın şöhreti her yana yayıldı, her taraftan mürid, muhip gelmeye başladı. Semâ'lar, safalar sürülüyordu, meclisler kuruluyordu. Yoksullar geliyorlar, zengin oluyorlar, murad almak dileyenler, baş vuruyorlar, muradlarına eriyorlardı. Sivrihisar'ın güneyinde Sarıgöl derler, bir köy vardır. O köyde doğmuş Yunus Emre adlı biri vardı. Bu erin mezarı da gene doğduğu yere yakındır. Yunus, ekincilikle geçinir, yoksul bir adamdı. Bir yıl kıtlık olmuştu, ekin bitmemişti. Hacı Bektaş'ın vasfını o da duymuştu. Gideyim, biraz birşey isteyeyim, dedi. Bir öküze alıç yükledi, vara vara Karaöyük'e geldi. Hünkâr'a, yoksul bir adamım, ekinimden birşey alamadım, yemişimi alın, karşılığını lütfedin, ehlimle, ayalimle aşkınıza yiyeyim, dedi. Hünkâr, emretti, alıcı yediler. Bir iki gün sonra Yunus memleketine dönmeyi kararlaştırdı. Hünkâr bir derviş gönderdi, sorun, dedi, buğday mı verelim, nefes mi? Yunus'a sordular, ben nefesi ne yapayım, bana buğday gerek, dedi. Hünkâr'a bildirdiler. Buyurdu ki Her alıcın çekirdeği başına on nefes verelim. Yunus'a bunu söylediler, ehlim var, ayalim var, bana buğday gerek, dedi. Bunun üzerine öküzüne buğday yüklediler, yola düşdü. Fakat köyün aşağısına gelince hamamın öte yanındaki yokuşu çıkar çıkmaz, ne olmayacak iş ettim ben, dedi. vilâyet erine vardım, bana nasip sundu, her alıcın çekirdeği başına on nefes verdi, kabul etmedim. Verilen buğday birkaç günde yenir, biter. Bu yüzden o nasiplerden mahrum kaldım. Döneyim tekrar varayım, belki gene himmet eder. Bu fikirle dönüp tekrar tekkeye geldi. Buğdayı indirdi, erenler, dedi, bana himmet ettiği nasibi versin, buğday gerekmez bana. Halifeler gidip Hünkâr'a bildirdiler. Hünkâr, o iş, bundan böyle olmaz, o kilidin anahtarını Tapduk Emre'ye sunduk. Ona gitsin, nasibini ondan alsın, dedi. Halifeler, Hünkâr'ın sözünü Yunus Emre'ye söylediler. O da Tapduk Emre'ye gitti, Hünkâr'ın selâmını söyledi, olanı biteni anlattı. Taptuk, selâmı aldı, safa geldin, kademler getirdin, halin bize malum oldu, hizmet et, emek ver, nasibini al, dedi. Yunus, Tapduk Emre'nin tekkesine odun çeker, arkasıyla getirirdi. Yaş ağaç kesmez, eğri odun getirmezdi. Kırk yıl hizmet etti. Günün birinde Tapduk Emre'ye bir neşe geldi, hallendi. Meclisinde Yûnus-ı Gûyende adlı bir şair vardı, ona söyle dedi. Mırın kırın etti, söylemedi. Tapduk, Yûnus dedi, sohbet et, şevkimiz var, işitelim. Yûnus gene söylemedi. Bu sefer Tapduk, Yûnus Emre'ye döndü, Hünkâr'ın nefesi yerine geldi, vakti tamam oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini verdik, hadi söyle, dedi. Hemen Yûnus Emre'nin gözünden perde kalktı, söylemeye başladı. Söylediği nefesler, büyük bir divan oldu."[6] Onun, şeyhinin yanındaki hayatı hakkında menkıbevi kaynaklardakinden başka bir bilgi yoktur. Kırk yıl dergâhta hizmet etmesi, odun taşımasıyla ilgili bir hikayede Taptuk Emre, getirdiği düzgün odunlara bakarak Yunus'a sorar "Dağda hiç eğri odun kalmamış mı?" Yunus bu soruya şöyle cevap verir "Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapında odunun bile eğrisi yakışmaz!"[7] Yunus Emre'nin mezarının nerede olduğu da tartışmalı bir konudur. Miladi takvime göre 1320-21 yılında ve seksen yaşlarında öldüğü biliniyor, ancak mezarı konusunda farklı bilgiler vardır. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde ona yakın Yunus Emre'ye ait olduğu öne sürülen mezar vardır Sivrihisar Sarıköy, Karaman, Ortaköy, Bursa, Kula, Erzurum, Keçiborlu, Sandıklı, Ünye ve Sivas'ta bulunan bu mezarların hangisinin eserlerini konu ettiğimiz Yunus Emre'ye ait olduğu bilinmiyor. Bu konuda birçok tartışmalar yapılmıştır; ancak hem birden fazla Yunus'un olması, hem de çok sevilen kimi zatlar için gerçekte mezar olmayan "makam"ların ihdas edilmesinin sıkça görülen bir uygulama olması bu durumu açıklayabilir. Gönüllerde yaşamayı hedefleyen, ölümü önemsemeyen, "Ölen hayvan-durur âşıklar ölmez" diyerek ölümsüzlüğünü ilan eden bir sûfiye mezar aramak da beyhûde bir uğraştır. Yunus Emre'ye yakın dönemlerde Âşık Yunus isimli sufiyane şiirler söyleyen bir başka zatın daha yaşadığı, 1439 yılında Bursa'da vefat ettiği bilinmektedir. "Şol cennetin ırmakları akar Allah deyü deyü", "Sordum Sarı Çiçeğe", "Dertli Dolap" gibi şiirlerin bu Âşık Yunus'a ait olduğu bilinmektedir. Ancak bu Yunuslar bir süre sonra birbirine karıştırılmış, bilhassa 16. yüzyıldan sonra istinsah edilen Yunus Emre Divanları'nda ikisi aynı kimse zannedilmiştir. Sonraki yüzyıllarda yaşamış Yunuslar da vardır.[8] [1]Beyazıd Devlet Kütüphanesi'nde 7912 numara ile kayıtlı yazmada şu ifadeler geçmektedir "Vefât-ı Yûnus Emre, müddet-i ömr 82, sene 720" Yunus Emre'nin vefatı, sene 720, ömür müddeti 82. Adnan Erzi, "Türkiye Kütüphanelerinden Notlar ve Vesikalar I", Türk Tarih Kurumu - Belleten, XIV/53, Ankara 1950. [2]Ahmet Yaşar Ocak, "Babaîlik", TDV İslam Ansiklopedisi, c. 4, İstanbul 1991. [3]F. Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1980, s. 2. [4]A. Gölpınarlı, Yunus Emre Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân, İstanbul 1965. [5]M. Tatçı, Yunus Emre Divanı, Akçağ Yay., Ankara 1998, s. 10-14. [6]Vilâyetnâme Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Hazırlayan Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1958, s. 48-49. [7]F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Baskı, Ankara 1976, s. 267. [8]M. Tatçı, s. 16.
mevlana yunus emre hacı bektaş veli sözleri